DNA'nın Keşif Süreci: Bir Kromozom Teorisi

Kromozom Teorisi

Bu yazımızda DNA’nın kökenine bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz, öncelikle DNA’nın ilk defa nasıl ve kimin tarafından keşfedildiğine bakarak devam edeceğiz.

Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi aslında James Watson ve Francis Crick’in 1950’de DNA’yı keşfettiği bilgisi yanlış bilinen bilgilerden bir tanesidir. DNA’nın keşif süreci aslında on yıllar öncesine uzanmaktadır. Watson ve Crick, daha önce gerçekleştirilmiş çalışmalarla beraber kendi çalışmalarına ydni boyutlar kazandırmış ve 1953’te DNA'nın yapısı hakkında Dünya'da Bilimsel basamaklarda önemli bir mihenk taşına imzasını atmıştır.

DNA’nın keşfinin başlangıcı 1800’lü yıllara uzanıyor❕


DNA molekülü ilk olarak 1860’lı dönemler içerisinde İsviçreli bilim insanı Johann Friedrich Miescher tarafından literatüre ismen girmiştir. Miescher, vücudumuzun immün sisteminin bir bölümü olan beyaz kan hücrelerinin temel bileşenlerini incelemeye başladı. Sözünü ettiğimiz hücrelerin ana kaynağı ise yakında bulunan bir sağlık kliniğinden birleştirilen pus kaplı bir bandaj idi. Beyaz kan hücrelerini neyin ortaya çıkardığını kavrayabilmek için tuz çözeltilerini ele alarak çeşitli deneyler gerçekleştirdi. Hücrelerin bir çözeltisine asit eklendiği taktirde çözeltiden çıkan bir maddeyi fark etmeyi başardı. Ki bu madde daha sonrasında çözeltiye bir alkali eklenmesiyle tekrar çözüldüğünü gördü. Miescher bu maddeyi araştırmaya başladığı zaman diğer proteinlerden değişik, daha önce belirlenmeyen özellikleri olduğunu inceledi. Hücre çekirdeğinden geldiğine inandığı bu cismi sır maddeyi ‘’nüklein’’ olarak isimlendirdi. O tüm yaşamın moleküler başlangıcını bulduğuna inanıyordu. Ardından bu maddeyi saf olarak elde edebilmek için çalışmalar yaptı.
Miescher, nükleinin kilit bir yapı olduğuna inanmış ve kendisine imkan verilmiş olan basit araçlara ve yöntemlere karşın, zorlayıcı rolünü ortaya çıkarmaya çok ama çok yakınlaşmıştır.
Uzun yıllar bilim insanları, proteinlerin tüm genetik bilgilerimizi tutan moleküller olduğuna inanmaya sürdürdüler. Nükleinin bir genom oluşturmak amacıyla gerekli tüm bilgileri barındıracak kadar karmaşık olmadığına hemfikirlerdi. Şüphesiz ki, yalnız bir molekül, türlerin içerisinde görülmekte olan tüm varyasyonları açıklamada yeterli olmamıştır.

Biliyoruz Ki DNA’nın Dört Yapı Taşı Mühim

Albrecht Kossel , nüklein temel yapı taşlarını anlamaya yönelik büyük ilerleme gösteren bir Alman biyokimyacı olarak bilinir. 1881 yılında nükleini nükleik asit olarak ifade eden bizim için önemli bilim insanı. Mevcut kimyasal adını da (deoksirinonükleikasit) sağlamış oldu. DNA ve RNA’nın yapı taşları olan beş bazı bizlere tanımladı : Adenin (A), Guanin (G), Sitozin(C), Timin (T) ve Urasil (U). Yapmış olduğu bu çalışma 1910 senesinde Nobel Fizyolji veya şuan ki adı ile  Tıp Ödülü takdim edildi.

Kromozom Teorisi


1950’nin ilk dönemlerinde Mendel’in kalıtımla alakalı yapmış olduğu çalışmaları yeniden değerlendirmeye alındı ve sonucunda gerçekleştirilen araştırmalarla beraber fiziksel özelliklerin bir nesilden diğerine nasıl geçtiği konusundaki teorileri kanıtlanmaya başlanmış oldu.
19.yüzyılın yarısında, Alman kökenli bir anatomist olan Walther Flemming, hücrelerin çekirdeğinde lifli bir yapı tespit etti. Söz edilen bu yapıyı "kromatin" olarak isimlendirdi, Lakin kendisinin meğer keşfettiği şey şu anda kromozom olarak bildiğimiz yapıydı. Bu kromatini inceleyerek hücre bölünmesinde, mitoz olarak da bilinen kromozomların ne şekilde ayrıldığını doğru bir şekilde açıklayan ilk kişi oldu.
Kalıtımın kromozom teorisi esas olarak Walter Sutton ve Theodor Boveri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Öncelikle, genetik birikimin ebeveynlerden çocuğa geçişinin kromozomlar içinde olduğunu ifade etmiştir. Çalışmaları, Gregor Mendel'in bir yüzyıl önce incelemiş olduğu kalıtım kalıplarını açıklamaya katkı sağlamıştır.
İlginçtir ki, Walter Sutton ve Theodor Boveri asıl olarak, 1900'lerin başında bağımsız olarak çalışmalar yapıyordu. Theodor yuvarlak kurt embriyolarıyla çalışırken Walter ise, çekirge kromozomları üzerinde çalışmalar yapıyordu. Fakat, yaptmış oldukları çalışma, kalıtımın kromozom teorisini ortaya çıkarabilmek için, diğer birkaç bilim insanının bulgularıyla beraber mükemmel bir birliktelik içinde ortaya mükemmel bir sentez çıkarmış oldular.
Walther Flemming'in kromatin ile yaptığı bulgular üzerine Alman embriyolog Theodor Boveri, yumurta ve sperm hücrelerindeki kromozomların kalıtsal özelliklere bağlantılı olabileceğini gösteren ilk kanıtı sağlamış oldu. Yuvarlak kurt embriyosu üzerine gerçekleştirdiği çalışmalardan, yumurta ve sperm hücrelerinde kromozom sayısının diğer vücut hücrelerine kıyasla daha düşük olduğunu da deneylerle de açıklamış oldu.
Walter Sutton, Theodor’un gözlemini çekirge ile yaptığı çalışmalarla yeni bir boyut kazandırdı. Çekirgenin testislerinde mayoziz geçiren kromozomları ayırt etmenin mümkün olduğunu tespit etmiş ve bunun sayesinde cinsiyet kromozomunu doğru bir şekilde ifade edilmiştir. 1902 tarihli makalesinin sonunda, bu prensiplere dayanan kromozomal kalıtım teorisini maddelerle şu şekilde özetlenebilir:
* Kromozomlar genetik materyal taşır.
* Kromozomlar ebeveynlerden yavrulara aktarılmaktadır.
* Kromozomlar, pek çok hücrenin çekirdeğindeki çiftlerde yer almaktadır (mayoz bölünmesi esnasında bu çiftler, yavru hücreleri oluşturmak için birbirlerinden ayrılırlar).
* Sırasıyla erkek ve kadınlarda sperm ve yumurta hücresi oluşumu sırasında kromozomlar birbirinden ayrılır.
* Her ebeveyn, yavrularına bir takım kromozomlar aktarmaktadır.

Kaynak:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder