Birey hep arzu eder, sahip olmak ister ve bunu gerçekleştirmek için de elinden gelen bütün çabayı göstermekten çekinmez. Bireyin gerçekleştirdiği arzularının yanında tatmin edemediği birçok arzusu olacaktır. İşte bu noktada rüyalar devreye girer,
Modern bilimin kullandığı EEG ve PET cihazları sayesinde uyku sırasında beynin yaydığı dalgalar ve hangi bölgelerin çalıştığı gösterilebiliyor. REM uykusu 1950'li yılların başlarında ilk keşfedildiğinde bilim dünyasında büyük heyecan yarattı. REM uykusunda uyandırılan kişilerin çoğu rüya tanımladıkları için, uzun yıllar REM uykusuyla rüyaların aynı kökenli olduğu düşünüldü.
Ancak, daha sonra yapılan çalışmalarsa REM uykusuyla rüyaların oluşum mekanizmasının aynı olmadığı yani REM = rüya olmadığını gösterdi. REM uykusunun rüyalarla eş anlamlı olmamasına karşın, rüyaların oluşumunu tetiklediği düşünülüyor.
REM uykusunun rüya demek olmadığı anlaşıldıktan sonra, rüyaların kökeni ve mekanizmasıyla ilgili yeni tartışmalar ve araştırmalar başladı. Rüya görmeye zemin hazırlayan uykunun hormonu "Melatonin" olarak biliniyor. Beyindeki "pineal bez"de üretilen Melatonin, belirli bir biyolojik saate göre salgılanıyor.
REM uykusunda salgılanan Asetilkolin'e ek olarak "Dopamin", "Karbolin" ve "Dimetiltriptamin" denen bir grup molekül de salgılanıyor. Bunların rüyadan sorumlu moleküller olduğu düşünülüyor. Beynin orta merkezlerinden salgılanan bu moleküller, üst merkezleri harekete geçirerek rüyaların görülmesini sağlıyor.
Yaklaşık 5-30 dakika kadar süren REM uykusu sırasında beyinde "Pinolin" denen bir molekülün seviyesindeki düşmeye bağlı olarak tekrar Serotonin seviyesi yükselmeye başlıyor. Bu sırada "Noradrenalin" denen başka bir molekül de salgılanıyor.
Serotonin ve Noradrenalin, rüyayı sonlandırıp, REM uykusundan tekrar NREM uykusuna geçişi sağlıyor. Bu döngü uyku sırasında yaklaşık her 90 dakikada bir, toplam 4-5 kez tekrarlanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder